Ülkemizde sporun her türlüsü bir samuray kültürü etkisinde “ölüm-kalım” şeklinde izleniyor. En net örneği şu anda basketbol erkek milli takımımızın Dünya Şampiyonası’nda oynadığı maçlar. Belki 2001 veya 2010’daki kadar iyi kadrolarımız olmayabilir, ama takımımızın kapasitesinin ne olduğunu bilenler için ekran başında çekilen çile ne ilk ne de son olacak gibi.
12 Dev Adam sahaya çıkıyor, 3 periyot hücum edemiyor, ama 3. periyodun sonunda başlayıp son saniyede maçı çeviriyor. Aslında çok tanıdık bir hikaye, belki 6 yıl geçtiği için tam hatırlayamamış olabiliriz. Evet Euro 2008’deki futbolcularımızın “taktiğinin” aynısı. İsviçre’yi 90+3’te, Çek Cumhuriyet’ini 75’ten sonra açılıp 3 gol atarak, Hırvatistan’ı da uzatmaların uzatmasında atılan golle penaltılarda yenmiştik. Turnuva genelinde takımımızın maçı önde götürdüğü süre 10 dakika bile değilken Avrupa’da son dörde kalmıştık, ama tüm dünya bizi “Geri Dönüşün Kralları” olarak anmaya başlamıştı.
Tam bu unutuldu derken sağolsun basketçilerimiz ülkemiz genelinde yaygın olan son dakikaya kadar kovalama yöntemiyle kendimizi hatırlattılar. Fakat ne ekran başında, ne sahada çekilecek çile olmasa da ülke olarak bizi en çok bağlayan stres/sevinçlerden biri olduğu da kesin.
Bu akşam ise iki takımımız da sahaya çıkıyor. Basketçilerimiz Litvanya karşısında bu sefer oyunu domine ederek yarı finale çıkmak isterken, futbolcularımız da Avrupa’nın en batı ucunda ilk eleme maçında hem galibiyet hem de averaj kovalıyor olacaklar. Umarız bizler ekran başında daha rahat bir akşam geçiririz.